“BU
HAFTA KOÇLARI NELER BEKLİYOR?”
Kimsenin bilemeyeceği ama herkesin merak ettiği “Bu hafta koçları neler bekliyor?” sorusuna örneğin şöyle bir yanıt geliyor:
“BU
HAFTA KOÇLARI NELER BEKLİYOR?”
Kimsenin bilemeyeceği ama herkesin merak ettiği “Bu hafta koçları neler bekliyor?” sorusuna örneğin şöyle bir yanıt geliyor:
BİR sabah uyandığınızda haberlerde aynı başlıkları gördüğünüzü düşünün: “Gizli belgeler sızdı.” Birkaç saat içinde sosyal medya o belgelerle dolup taşıyor.
Kimi gazeteciler bunları “ülkenin kaderini değiştirecek kanıtlar” diye sunuyor, kimileri ise “kumpas” diye niteliyor.
Kimisi yargının bağımsız olmadığını, kimisi de birilerinin gizli ajandalarla hareket ettiğini öne sürüyor.
Oysa belgelerin kaynağı belirsiz, doğrulanmış resmi bir açıklama yok.
Buna rağmen
toplumun gündemi tamamen bu haberlerin etrafında şekilleniyor.
Hiç düşündünüz mü, insan ilişkilerinin de bir mühendisliği olabilir mi?
İlk anda tuhaf geliyor kulağa. “Mühendislik” deyince aklımıza köprüler, binalar, makineler geliyor. Ama ya dostluklarımız, aile bağlarımız, iş hayatındaki ilişkilerimiz de aynı hassasiyetle kurulmak zorundaysa?
Bir bilgeye sormuşlar: “Mutlu evliliğin sırrı nedir?”
Bilge gülümsemiş: “İki şeyi bilmek: Konuşmayı ve susmayı.”
Kulağa basit geliyor ama aslında büyük bir mühendislik var bu sözün altında: Dengeyi bilmek.
SAHTE diploma, Ayasofya kundakçısı, karikatür krizi, dini değerlere saldırı, cinsel istismar, taciz, kadın cinayetleri, aydın cinayetleri, suikastler, siyasi eylemler, parti binasına bıçaklı saldırı, göçmenlerin adının karıştığı olaylar…
Her gün sinir uçlarımıza dokunan, aniden duygularımızı kabartan yeni bir “provokasyon” haberine uyanıyoruz.
Kimi zaman bir sosyal medya paylaşımı, kimi zaman bir mitingde atılan bir slogan, bazen de bir “haber”…
Medyada sürekli tekrarlanan ve giderek büyüyen tartışmalar, kutuplaşan yorumlar, kışkırtılan ve köpürtülen duygular…
Bu yazıda provakasyon konusunu ele aldım…
TELEFONUNUZU bırakmadan uyuyamıyor musunuz?
Belki de geceyi değil, kendinizi kaydırıyorsunuzdur...
Dijital gece vardiyası zihninizi nasıl etkiliyor, hiç düşündünüz mü?
Sosyal medyanın artık hayatımızın sıradan bir parçası olduğu bir dönemdeyiz. Ancak bu sıradanlık, bazen olağan dışı etkiler doğurabiliyor. Özellikle gece saatlerinde yapılan uzun süreli sosyal medya kullanımı, tahmin ettiğimizden çok daha derin zihinsel ve duygusal izler bırakıyor.
Bu etkilere yakından bakmak için yürüttüğümüz araştırmada, 359 katılımcının deneyimlerini analiz ettik. Katılımcıların yaş, cinsiyet, meslek ve eğitim düzeylerine göre farklılaşan sosyal medya alışkanlıklarını inceledik. İşte öne çıkan bulgular…
ESKİŞEHİR’DE yaşanan orman yangınında 10 canımızı yitirdik. Yüzlerce hektar ormanlık alan ise küle döndü. Şehirde gökyüzünü kaplayan kara dumanlar, güneşi perdeledi; havada süzülen küller adeta yağmur gibi üzerimize yağdı. O saatlerde, bir yandan olup biteni anlamaya çalışıyor, bir yandan da bilgi almaya çabalıyorduk.
Televizyondaki haberleri izlerken yüreklerimizin de ormandaki ağaçlar gibi tutuştuğunu hissettik. Çocuklar endişeliydi. Şehirde pek çok insanın yüreğinde korku, panik ve çaresizlik dolaşıyordu. Televizyonu kapatmak ya da sosyal medyadan uzaklaşmak, ne yazık ki yangına da ölümlere de çare olamıyordu…
SOSYAL medyada bir paylaşım, bir görsel, bir anket ya da bir iddia göz açıp kapayıncaya kadar milyonlara ulaşabiliyor. Fakat bir sorun var: Bu bilgilerin hangisi doğru? Hangisi çarpıtılmış, değiştirilmiş ya da kasıtlı olarak hazırlanmış?
“Infodemi” çağında yaşıyoruz. Yani,
bilgi bolluğu ama aynı zamanda yalan seli içinde.
Neyin doğru olduğunu artık yalnızca
gazeteciler değil, hepimiz sorgulamalıyız.
Peki nasıl?
Bu yazıda tam da bu soruya yanıt arıyoruz: Doğrulama platformları nedir? Türkiye’de hangi platformlar var? Nasıl çalışır, nasıl kullanılırlar? Ayrıca, herhangi bir içeriği paylaşmadan önce dijital vatandaşlık bilinciyle nasıl hareket etmeliyiz?
Kimi zaman bir komutanın hitabetiyle, kimi zaman bir heykelin duruşuyla, kimi zaman da bir taş kabartmanın suskun ama etkili anlatımıyla…
M.Ö. 5. yüzyılda Atinalı Perikles, Peloponez Savaşları sırasında yaptığı hitabelerle ün kazanmıştır. Bu sözleriyle yalnızca ölen askerleri onurlandırmamış; aynı zamanda halkın savaşma isteğini tazelemiş, kayıpları anlamlı kılmış, direnişi güçlendirmiştir.
Roma İmparatorluğu da zafer takları, arenalardaki gösteriler ve görkemli törenlerle imparatorluk görkemini hem gözlere hem gönüllere kazımıştır.
M.Ö. 1274’teki Kadeş Savaşı ise hem Mısırlıların hem de Hititlerin kendi halkına “biz kazandık” dediği bir savaştır. Askeri açıdan kesin bir galibi olmayan bu savaşın ardından iki hükümdar da kendi zafer anlatılarını inşa etmiştir. II. Ramses, Mısır tapınaklarındaki kabartmalarda kendisini “tek başına yüzlerce düşmanı yenen tanrısal komutan” olarak resmettirirken; Hitit tabletlerinde Mısırlıların pusuya düşürüldüğü, geri çekildikleri ve bölgenin Hititler tarafından kontrol altına alındığı yazılmıştır.
Tarihte hiçbir iktidar, halkın ne düşüneceği, neye inanacağı ve neyi tartışacağı konusunda sahayı başıboş bırakmamıştır.
Ancak günümüzde bu alan yalnızca iktidarların değil; bireylerin, şirketlerin, dijital platformların ve hatta algoritmaların da müdahil olduğu çok aktörlü bir mücadele zeminine dönüşmüştür.
Bu yazıda, “algı yönetimi” kavramını tarihsel örneklerden günümüze taşıyarak; bu stratejinin ardındaki dinamikleri, kullanılan temel teknikleri ve günümüzde aldığı yeni biçimleri değerlendirmeye çalıştım.
Geçtiğimiz hafta Fransa’nın Nice şehrinde uluslararası, disiplinlerarası bir kongreye katıldım. Kongrede dikkatimi çeken sunumlardan biri, ABD’li gazeteci ve Boise State Üniversitesi öğretim üyesi Carissa Wolf’un, gazetecilik uygulamalarında ve eğitiminde sosyolojik yaratıcı yaklaşımlarla eleştirel hikaye anlatımı üzerine yaptığı çalışmaydı.
Wolf’un en çarpıcı cümlesi ise şuydu:
“Sosyoloji eğitimi olmadan gazetecilik eğitimi olmaz. Çünkü sosyoloji, demokrasilerde yaşanan zehirlenmelerin panzehiridir.”
Ardından ABD’de bile gazetecilik müfredatlarında sosyolojinin çoğu zaman göz ardı edildiğinden yakındı.
Wolf’un bu sözü beni derinden düşündürdü.
Çünkü sadece gazetecilikte değil, aslında bütün meslek alanlarında şu soruyu kendimize sormamız gerekiyor:
“Sosyoloji eğitimi olmadan insanı, toplumu ve yaşadığımız dünyayı nasıl anlayacağız?”
İzmir, 13-15 Haziran tarihlerinde sosyal bilimler alanında önemli bir buluşmaya ev sahipliği yaptı. EGE 13. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, dünyanın dört bir yanından akademisyenleri bir araya getirdi.
30 ülkeden 500’ü aşkın bildiri, üç gün boyunca çevrim içi ve yüz
yüze oturumlarda sunuldu. Türkiye’nin yanı sıra Kanada, Almanya, Fransa,
Endonezya, Nijerya, Güney Kore, İtalya, Azerbaycan, Kazakistan ve Meksika’dan
gelen bilim insanları, farklı alanlarda güncel çalışmalarını paylaştı.
Kongrede dikkat çeken sunumlar arasında, Anadolu Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erkan Yüksel’in başkanlık ettiği oturumda, çağdaş medya çalışmaları ve psikososyol araştırmalar ele alındı.
Prof. Dr. Yüksel, iki ayrı bildiriyle dijitalleşmenin bireysel ve toplumsal psikolojiye etkileri ile sağlık haberciliğinde etik ve güvenilirlik konularını tartışmaya açtı.
Bu sabah İstanbul’dan Eskişehir’e doğru yola çıktım. Ne ilginçtir ki, aynı anda üç farklı navigasyon uygulamasını kullanmak gibi tuhaf bir deneyimim oldu. Ve yol boyunca düşündüm: Eğer navigasyon bir yaşam koçu olsaydı, onu nasıl tanımlardık? Hayatımızda nasıl bir rehber olurdu?
Birinin bunu yazması gerekiyordu.
Yazıyorum!
Maalesef son zamanlarda gençler arasında cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusundaki farkındalık ve bilgi eksikliği sessizce büyüyen ciddi bir soruna işaret ediyor. Bu eksiklik, artık bir halk sağlığı sorununa dönüşmüş durumda.
Geçtiğimiz gün üroloji uzmanı bir arkadaşımla konuşuyorduk. Bana şöyle dedi:
“Gençler arasında cinsel yolla bulaşan hastalıklar salgın düzeyine ulaştı ve hızla yayılıyor. Hatta gençlerin çoğu ne yaşadığının farkında bile değil ve doktora başvurmaları gerektiğini bile bilmeden bu hastalıkları taşıyorlar. Tedavi olmayanlar başkalarına da bu rahatsızlıkları bulaştırıyor ve salgın hızla ilerliyor.”
Jülide Aykut’un hazırlayıp sunduğu Misafir Köşesi programında derin bir sohbete daldık!
🔍 Programda neler konuştuk?
• Medyanın gücü: "Gündem belirleme" ve kitleleri yönlendirme etkisi nasıl işliyor?
• Demokraside medyanın rolü: Tarafsızlık mümkün mü? Yoksa yeni kriterimiz şeffaflık mı?
• Yapay Zeka Devrimi: Matbaa kadar köklü bir değişim kapıda! Peki etik sorunlara hazır mıyız?
• Dijital dolandırıcılık: Sahte web sayfaları, tehlikeler ve korunma yolları…
Geçtiğimiz ay, Dubai’de düzenlenecek “International Conference on Media and Film Studies (ICMFS-25)” adlı akademik toplantıdan sözlü bildiri sunmak üzere kabul aldım. Resmi işlemler için üniversitemin BAP birimine başvurumu ilettim. Önceki gün, sürecin tamamlandığı bilgisini alınca, uçak ve otel rezervasyonlarına başlamak üzereyken; nedendir bilmem, içime bir kuşku düştü…
Otelden Gelen Şok Yanıt: “Böyle Bir Etkinlik Yok!”
Konferansın yapılacağı iddia edilen otelin resmi e-posta adresine “özel bir indirim olup olmadığına ilişkin” bir soru gönderdim.
Aldığım yanıt çarpıcıydı: “Belirttiğiniz tarihlerde otelimizde böyle bir organizasyon planlanmamıştır. Dolandırıcılık vakasıyla karşı karşıya olabilirsiniz.”
Yeni Rektörümüz, eski mezunumuz Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel, bugün fakültemizin konuğu oldu. “Gönüllü Olmak Kendini Bilmek” konusunda bir seminer verdi.
Öğrencilerimize, “Kariyerini bir sivil toplum kuruluşunda sürdürmek isteyen var mı?” diye sordu. Hiçbir öğrencimizden yanıt çıkmadı. Belki de bugüne kadar hiç de düşündüğümüz ya da hedef tahtasına koyduğumuz bir alan değildi. Gerçi çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görev yapan mezunlarımız vardı ama STK’ların kariyer kapısı olabileceği fikri bizde pek de uyanmamıştı.
Değerli hocalarım, Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof Dr Nazife Güngör ve İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Başkanı Prof Dr Süleyman İrvan'a teşekkür ediyorum.
📰 Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, akademik müfredatın geliştirilmesi, gazetecilik eğitiminin kalitesinin artırılması ve medya sektörüyle ilişkilerin güçlendirilmesi amacıyla Gazetecilik Bölümü Danışma Kurulu’nu oluşturdu.
Bazı şeyler paylaştıkça çoğalıyor.
Bu kez de T.C. Sağlık Bakanlığı için hazırladığımız İletişim Bilimleri Fakültesi'nin ilk Ar-Ge projemizin gelişim sürecini dinleyenlerle paylaştık...
Eskişehir İl Sağlık Müdürlüğü Yunus Emre Devlet Hastanesi'de "Sağlık Hizmeti Sunumunda Hasta Memnuniyetini Artırmaya Yönelik Çalışan Hasta İletişimi" konulu eğitimlerimizi gerçekleştirdik.
Dün ve bugün devam eden program sonrasında Başhekim Uzm. Dr. Gamze Akın Mumcu Teşekkür Belgesi takdim etti.
Kadın yöneticilere sahip hastanemizde önemli düzenlemeler hemen dikkati çekiyor. Yeni otopark çok iyi olmuş...
Eğitimlerimizden kendini ve başkalarını tanıma, hastaları anlama ve hasta kişilikleri, iletişim becerileri, ilişki ve stres yönetimi üzerine hem söyleştik hem eğlendik. Bilinçli farkındalık, rahatlama ve nefes egzersizleri yaptık.
"Sağlıkta iletişim, sağlıklı iletişim" eğitimlerimiz devam edecek...