Gerçek Nerede Biter, Algı Nerede Başlar?



BİR sabah uyandığınızda haberlerde aynı başlıkları gördüğünüzü düşünün: “Gizli belgeler sızdı.” Birkaç saat içinde sosyal medya o belgelerle dolup taşıyor. 

Kimi gazeteciler bunları “ülkenin kaderini değiştirecek kanıtlar” diye sunuyor, kimileri ise “kumpas” diye niteliyor. 

Kimisi yargının bağımsız olmadığını, kimisi de birilerinin gizli ajandalarla hareket ettiğini öne sürüyor. 

Oysa belgelerin kaynağı belirsiz, doğrulanmış resmi bir açıklama yok. 

Buna rağmen toplumun gündemi tamamen bu haberlerin etrafında şekilleniyor.

Böylesi manzaralar aslında yeni değil. 1950’lerde Amerika’da Senatör Joseph McCarthy, elinde yüzlerce “komünist isim” bulunduğunu açıklamıştı. Ancak o listeleri kimse görmedi, kanıtlar hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Buna karşın binlerce insan sorgulandı, işini kaybetti ve toplum yıllarca korku ikliminde yaşadı. Yarım yüzyıl sonra dönüp bakıldığında, ortada listeler değil, güçlü bir “algı yönetimi” olduğu anlaşıldı.

Bugün de benzer tablolarla karşılaşıyoruz. 

Gerçek” çoğu zaman belgelerle değil, nasıl anlatıldığıyla, hangi çerçeveye oturtulduğuyla şekilleniyor. İşte tam bu noktada iletişim kuramları, hakikatin peşinde yolumuzu aydınlatacak pusulalar sunuyor.

 

GÜNDEM BELİRLEME

Merhum hocalarım Maxwell McCombs ve Donald Shaw’ın, benim doğduğum yıl olan 1972’de yayımladıkları makalede tanımladıkları Gündem Belirleme Kuramı, medyanın neye dikkat çekerse toplumun da onu konuşmaya başladığını söyler.

Dolayısıyla gündemdeki iddialar medyada ne kadar çok tekrar edilirse, kanıtı olmasa bile “ülkenin en önemli meselesi” haline gelir.

1970’lerdeki “Watergate Skandalı” bunun çarpıcı bir örneğidir. Başlangıçta küçük bir hırsızlık gibi görülen olay, Washington Post’un ısrarlı haberciliğiyle bir devlet krizine dönüşmüş ve Başkan Nixon istifa etmek zorunda kalmıştı.

Benim de yıllardır üzerinde çalıştığım bu kuram, dünyada üzerinde en çok araştırma yapılmış iletişim teorilerinden biri. 

Daha pek çok örnek ve açıklamayı “Medyanın Gündem Belirleme Gücü” ve “Medya, Siyaset ve Kamuoyu Üçgeninde Köşe Kapmaca” kitaplarımda ayrıntılı biçimde aktardım.

Örneğin seçim dönemlerinde bazı kanallar sürekli “başarı hikâyeleri” anlatırken, diğerleri “işsizlik ve geçim sıkıntısı” vurgusu yapar. Tek bir iddia günlerce tekrarlandığında kamuoyunun gündemini bütünüyle kaplayabilir. Ama kimi konular özellikle gündemde tutulurken, bazı “önemli” meselelerin görünmez kılındığını da unutmamak gerekir.

Bugün “Üçüncü Düzey” yani Ağ Gündem Belirleme araştırmaları, konular arasındaki ilişkilerin medya tarafından nasıl örüldüğünü ve bu örgünün kamuoyunun zihnine nasıl kazındığını göstermektedir.

TÜBİTAK destekli araştırmamızda ortaya koyduğumuz gibi, medyada çizilen konu ağları ile bireylerin zihinsel ağları arasında güçlü bir ilişki var. Bu da medyanın yalnızca insanların “ne hakkında konuşacaklarını” değil, “nasıl düşüneceklerini” de belirleyebildiğini kanıtlıyor.

 

ÇERÇEVELEME

Medya, algı ve hakikat arasındaki ikinci kuram, “çerçeveleme”dir.

Bir fotoğraf düşünün: Gerçek oradadır ama fotoğraf yalnızca belirli bir açıdan çekilmiş bir görüntüdür. Aynı gerçeği farklı fotoğrafçılar çektiklerinde ortaya bambaşka kareler çıkar. “Çerçeveleme” de olayların bu farklı açılardan sunulmasına işaret eder.

Örneğin bir soruşturma, bir tarafça “adaletin yerini bulması” olarak, diğer tarafça “algı operasyonu” olarak çerçevelenebilir. Kullanılan sözcükler, metaforlar ve benzetmeler, aynı olayı bambaşka hikâyelere dönüştürür.

McCarthy’nin "komünizm avı" bunun tarihsel örneğidir. O dönem çerçeve “ulusal güvenlik” olduğunda insanlar korkuyla destek vermiş; yıllar sonra aynı süreç “cadı avı” çerçevesiyle hatırlanmıştır.

Türkiye’de de benzer biçimde, bir yolsuzluk dosyası bir muhalif gazetede “sistemin çürümüşlüğünün kanıtı” olarak sunulurken, iktidara yakın bir gazetede “rakiplerin karalama kampanyası” şeklinde çerçevelenebilmektedir.

“Çerçeveleme” yalnızca kullanılan sözcüklerle değil, olayın hangi bağlamda sunulduğuyla da ilgilidir. 

Bir iddia bir gazetede “adalet mücadelesi” bağlamında ele alınırken, başka bir yerde “siyasi komplo” bağlamında aktarılabilmektedir. 

Biri “temiz eller operasyonu” derken, diğeri “siyasi linç” diye sunabilmektedir. Böylece çıplak hakikat, farklı hikâyeler içinde bambaşka anlamlara bürünebilmektedir.

 

SESSİZLİK SARMALI

Ele alabileceğimiz üçüncü kuram, Elisabeth Noelle-Neumann’ın Sessizlik Sarmalı kuramı, bireylerin çoğunluğun ne düşündüğünü kestiremediklerinde sessizleştiğini söyler. Çünkü insanlar içgüdüsel olarak yalnız kalma ve dışlanma korkusu taşır.

Somut kanıtların olmadığı dönemlerde bu daha da güçlenir. İnsanlar yanlış tarafta görünme korkusuyla susar. Sosyal medyada sıkça görülen “linç kültürü” bu sarmalı hızlandırır. 

Bir kişi farklı bir yorum yaptığında yoğun tepkiyle karşılaşır, diğerleri “ben de başıma iş almayayım” diyerek geri çekilir. 

İşini, statüsünü kaybetme gibi endişeler, suskunluk sarmalını büyüterek güçlendirir.

Böylece toplum tek sesliymiş gibi görünür. Oysa buzdağının altında görünmez bir, çok seslilik vardır.

Bugün dünyanın her yerinde, “çoğunluğun sesi” dışında kalan fikirler, toplumsal baskı nedeniyle çoğu zaman geri planda kalır.

 

BİLGİ AÇIĞI VE ENFORMASYON KİRLİLİĞİ

Bir başka kuram, “Bilgi Açığı” diye adlandırılır. 

Herhangi bir konuda bilgi eksikse, bu boşluk söylentiyle doldurulur. İnsanlar kesin veriye ulaşamadıklarında, eksikliği dedikodu ve varsayımla kapatırlar.

Örneğin gizli yürütülmesi gereken bir soruşturmanın belgelerinin basına sızması ya da doğrulanmamış belgelerin manşetlere taşınması, bilgi boşluğunu büyütür.

Kovid-19 pandemisi sırasında bunu net biçimde gördük. Dünya Sağlık Örgütü, salgından daha hızlı yayılan yalan bilgi salgınına “info-demi” adını vermişti. Yani bu kavramla, yalan ya da yanlış bilginin Kovid-19’dan daha tehlikeli bir salgın hale geldiğine işaret etmişti.

Benzer durum siyaset alanında da geçerli.

Kanıtsız bir söylenti birkaç saat içinde, dijital hızda, “kesin gerçek” gibi dolaşıma girebiliyor. Bu da enformasyon kirliliği yaratıyor, gerçek ile yalan birbirine karışıyor. İnsanlar hangi bilgiye güveneceğini bilemez hale geliyor.

Örneğin Brexit sürecinde kullanılan “AB’ye her hafta 350 milyon sterlin ödüyoruz” sloganı, bilgi boşluğunun politik sonuçlara yol açan en bilinen örneğidir.

 

ALGI YÖNETİMİ VE PROPAGANDA TEKNİKLERİ

Daha önceki yazılarımda da üzerinde durduğum Algı Yönetimi ve Propaganda Teknikleri’nden de söz etmeden geçemeyeceğim. 

Çünkü algı yönetimi, siyasal iletişimin en güçlü araçlarından biridir. Gerçeği yok saymak yerine, gerçek ile algı arasındaki mesafeyi açar.

Bunun için propaganda teknikleri devreye girer. 

Kanıtı olmasa bile bir söylemin defalarca tekrar edilmesi, belirsizlik anlarında “düşman öteki” yaratılarak suçlanması, gerçeğin bir bölümünün gizlenip başka bir bölümünün en çıkarılması, karşı tarafın belirli sıfatlarla damgalanması toplumsal algıyı şekillendirebilmektedir.

Nazi Almanyası’nda toplumu ikna etmek için Goebbels’in kullandığı başlıca teknikler bunlardır. 

Bugün ise aynı yöntemler sosyal medya algoritmalarıyla birleşerek çok daha görünmez ama güçlü biçimde işlemektedir. 

Sonuçta insanlar “ne oldu?” sorusunu değil, “kim nasıl anlattı?” sorusunu tartışır hale gelmektedir. Böylece gerçek ile algı arasındaki bağ zayıflamakta ve hatta kopabilmektedir.

 

SON SÖZ

İletişim kuramları bize şunu söyler:

Medyada gördüğümüz şey çoğu zaman saf gerçek değil, belirli bir bakış açısıyla yeniden kurgulanmış bir anlatıdır. Gerçek ise buzdağı gibidir, görünen kısmından çok görünmeyen kısmı vardır.

Hangi çerçevenin seçildiği, hangi gündemin öne çıkarıldığı, hangi ayrıntıların görmezden gelindiği, gerçeğin toplumda nasıl algılanacağını belirler.

Hakikate yaklaşmanın en sağlam yolu eleştirel düşünmektir.

Her duyduğumuz ya da gördüğümüz bilgiyi sorgulamak, kaynağın güvenilirliğini incelemek, belge ve kanıt aramak gerekir.

Hakikati anlamanın yollarından biri de olayın hangi bağlamda sunulduğunu görmektir. Bir bilginin kim tarafından, hangi amaçla dolaşıma sokulduğunu sorgulamak, gerçeği algıdan ayırmanın en önemli adımıdır.

Kullanılan dilin nasıl bir anlam dünyası kurduğunu fark etmek de bu sürecin ayrılmaz bir parçasıdır.

Gerçekle algıyı ayırt etmenin en temel yolu, işte bu sorgulayıcı bakışı ve akletme becerisini hiçbir zaman kaybetmemektir.

 

Prof. Dr. Erkan YÜKSEL

 

NOT: 

Medyadan Zihnimize: Üçüncü Aşama Gündem Belirleme Türkiye Araştırması hakkında daha fazla bilgi için proje bloğumuzu ziyaret edebilirsiniz: https://medyadanzihnimize.blogspot.com/


**

16 Eylül 2025 tarihinde şurada yayınlanmıştır:

https://www.akademikakil.com/gercek-nerede-biter-algi-nerede-baslar/erkanyuksel/