Nasreddin Hoca’nın “Ye kürküm ye”
fıkrasını bilirsiniz. Hoca, tarladan çıkıp düğün evine gider, kimse yüzüne
bakmaz. Eve gidip kürkünü giyer gelir, herkes sofrasına ‘buyur’ eder. Hoca da ‘rağbet
kürke’ diye hayıflanır.
Bu nükteli hikâye bize, insanların
dış görünüşe verdiği önemi anlatır. Etkili İletişim Teknikleri dersinde bunu
söyler ve sorarım:
Peki, burada Hoca haklı mı; haksız
mı? Nerede doğru, nerede yanlış?
HOCA'NIN HAKLI OLDUĞU YER
Aslında, iletişim ve psikoloji
literatürü Hoca’nın ilk izlenime ilişkin söylediklerini doğrular. Yeni
tanıştığımız birine dair ilk kanaatimiz, onu gördüğümüz ilk birkaç saniye
içinde oluşur.
Kıyafetimiz, duruşumuz, ses tonumuz,
dakikliğimiz...
Tüm bunlar, karşımızdakinin zihninde
bir "kitabın kapağı"nı oluşturur. Kapak güzelse, kitabı
okumaya değer buluruz.
Peki, Hoca’nın yanılgısı nerede?
YANILGI NEREDE?
Yanılgı, kapaktan sonrasını tamamen
görmezden gelmekte değil; kapağa takılıp kalmakta. Oysa asıl mesele, kitabın
içinde ne anlattığı...
Sofraya buyur edildikten sonraki
halimiz, tavrımız, sohbetimiz…
Güzel bir söz, tam da bu noktaya
işaret eder: "Kişi kıyafetiyle karşılanır, ilmiyle ağırlanır."
Buradaki "ilim"
akademik unvan değil, "hayat bilgisi"dir. Bildiğinin sınırını
bilmek, bilmediğine "bilmiyorum" diyebilmek, ölçülü ve tutarlı
konuşmak, muhatabına değer verdiğini hissettirmektir.
Zamanın birinde vali olup
babasını huzuruna çağıran adam, "Bak baba, senden adam olmaz diyordun ama
ben vali oldum" der. Babasının cevabı manidardır: "Ben vali
olamazsın demedim, adam olamazsın dedim."
İşte "ağırlanmak" budur.
Kürkle kapıyı açtırırsın, sofraya
buyur edilirsin amma, ‘ye kürküm ye’ dersen, ondan sonra duyacaklarına
da olacaklara da hazır olman gerekir.
AHLAKLA UĞURLANMAK
Eninde sonunda misafirlik biter.
"Uğurlanmak",
arkandan "iyi ki tanıştık" denilmesidir. Bunun anahtarı ise
edep ve nezakette gizlidir.
Edep; haddini bilmek, özenli olmak,
"ben" değil "biz" diyebilmektir.
Nezaket; sözde incelik, davranışta zarafet
ve şeffaf bir niyettir.
İnsanlar ne söylediğinizi çabuk
unutur, ama onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar.
Kalıcı olan kıyafet değil;
gönüllerde bırakılan izdir.
LİDERİN KÜRKÜ VE EDEBİ
Aslında siz de pek çok kişi
tanırsınız; makam kürkünü çıkardıktan sonra kimsenin önünden geçerken selam
vermediği, yüzüne bakmadığı…
“Kürk”, makama oturmayı
sağlar ama o koltuktan kalktığında seni uğurlayacak birilerinin olması,
bıraktığın ahlaki ize bağlıdır.
Demem o ki, liderliğin de bir kürkü
ve bir edebi vardır.
O halde sözü tamamlayalım: “Kıyafetinle
karşılanır, ilminle ağırlanır, ahlakınla uğurlanırsın…”
DİKKAT ÇEKMEK KOLAY, ZOR OLAN…
Günümüzün dikkat ekonomisi;
diliyle, bedeniyle, davranışlarıyla kısa sürede büyük alkış alma yarışını
pompalamakta. Sosyal medya adeta bu yarışın canlı yayın aracı.
Peki, ne kadar kalıcı? Kaç kişi “iyi”
hatırlıyor kaçını?
Bir de düşünmek lazım şu sözün
anlamını:
“Çıplaklık dikkat çeker; hayran
bırakan edeptir.”
Mesela, Leydi Diana...
Yıllar geçti, unutulmadı. Herkesi
hayran bırakmıştı. Giydiği şık kıyafetlerle veya bir prenses olmasıyla değil; o
unvanın gerektirdiği resmiyetin aksine, sergilediği alçak gönüllülükle,
şefkatiyle, haliyle, tavrıyla ve edebiyle...
Onu ölümsüz kılan, gönüllerde
bıraktığı izdi…
SON SÖZ: İLLA EDEP, İLLA EDEP
Öyleyse, Hoca'nın yanılgısını anladık mı?
İlk izlenim önemlidir, evet. Ama asıl önemli olan, son izlenimdir.
Gönüllerde baki kalan izdir.
Yunus’un da yıllar önce söylediği
gibi…
"Gezdim Halep ile Şam'ı, eyledim ilmi talep,
Meğer ilim bir hiç imiş, illa edep illa edep."
Prof. Dr. Erkan Yüksel