"Fareli Köyün Kavalcısı" masalını bilirsiniz. Farelerin bastığı bir köy vardır. Köylüler ne yapsa baş edemez. Sonra kavalını çalarak fareleri peşine takan bir adam çıkar ortaya. Köylüler onunla anlaşma yapar: “Fareleri köyden kurtar, sana şu kadar para verelim.” Kavalcı sözünü tutar, fareleri götürür; ama köylüler verdikleri sözü tutmaz. Bunun üzerine kavalcı b
u kez kavalını köyün çocukları için çalar. Köydeki tüm çocuklar peşine takılır ve bir daha geri dönmezler.
Bir çocuk için bu masal biraz korkutucu; bir yetişkin içinse oldukça düşündürücüdür.
Peki, günümüzün fareleri, kavalı, kavalcısı, köylüleri ve çocukları ne ya da kimler? Hiç düşündünüz mü?
SOSYAL MEDYA VE ALGORİTMALAR
Bugünün kavalı, maalesef elimizden düşürmediğimiz telefonlarımız ve sürekli kontrol etme ihtiyacı duyduğumuz sosyal medya uygulamaları. Bir yandan YouTube’un otomatik oynatmaları, diğer yandan Facebook ve Instagram'ın kaydırmaları, Reels’ler, TikTok akımları... Bitmek bilmeyen parmak hareketlerimiz, adeta büyülenmiş gibi bakan gözlerimiz... Tüm dikkatimizi oraya çekmeye çalışan bildirim sesleri ve uyarılar.
Masaldaki kavalın melodisi gibi, sosyal medya uygulamaları bize adeta büyülü bir dünya sunuyor. Algoritmalar sürekli bizi hipnotize edecek içerikleri önümüze getiriyor. Başımızı kaldırıp dış dünyaya baktığımızda, rüyadan uyanır gibi bir sersemlik yaşıyoruz. Zamanın nasıl akıp gittiğini fark etmiyoruz. Dakikalarımızı, saatlerimizi, günlerimizi ve enerjimizi bir vampir gibi hiç hissettirmeden emiyor ve insanları birer “zombi”ye dönüştürüyor.
Tamamen dikkatimizi çekmek üzerine tasarlanmış bir sistemin içindeyiz. İçerikler hiçbirimize tesadüfen gelmiyor; “şunu da seversin, buna da bak, bir video daha, bir dakika daha” diye fısıldayan görünmez ve adeta sinsi bir mekanizma işliyor. Aynen vampirin dişlerini geçirmeden önce kurbanını uyuşturmak için üflediği nefes gibi...
FARELER NE, ÇOCUKLAR KİM?
Günümüz dünyasında fareler, bir metafor olarak değerlendirirsek; can sıkıntısı, yalnızlık, yetersizlik korkusu, kaygı, belirsizlik ve gelecek endişesi gibi olumsuz duygu ve düşüncelerimiz... Bunlardan kurtulmak için sosyal medyaya başvuruyoruz. Ve başta bize güzel bir “ilaç” gibi geliyor. İki dakika boş kaldığımızda, bir şeyler beklediğimizde, yalnız hissettiğimizde, hatta yolda yürürken bile açıyoruz bir video…
Böylece renkli bir hayal dünyasının kapılarını aralıyor, başkalarının hayatlarını seyre dalıyoruz. Kendi yaşadığımız duygu ve düşüncelerden uzaklaşıyoruz. Bu hipnoz da bize geçici bir “rahatlık” hissi veriyor.
Aslında beyinlerimiz bu küçük ödülleri seviyor. Beğeniler, yorumlar, tebrikler, onaylar, güzel sözler, cazip içerikler, yeni içerik önerileri... Hepsi birer "minik şeker" gibi.
Peki, sürekli şekerlerle beslenen birinin bedenindeki gibi sürekli bu minik ödüllerle uyarılan beynimizde acaba neler oluyor?
En başta herhangi bir şeye odaklanma süremiz giderek kısalıyor. Derin düşünme ve sabır gerektiren işlere tahammül etme süremiz azalıyor. Uzun bir yazıyı okumak, bir kitabı sonuna kadar götürmek hatta birkaç dakikalık video filmi izlemek bile artık kaçınılacak, yorucu birer eyleme dönüşmüş durumda.
Hele bir de yapay zekâ unsurlarının “sen düşünme, senin yerine ben düşünürüm” diyen kolaycılığı da buna eklendiğinde, öğrenci soruyor: “Bu sınav sorularına ne gerek var hocam? Yapay zekâ hepsini yapıyor zaten…”
ÖZGÜRLÜK VE TUTSAKLIK BİR ARADA
Oysa basit ya da zor görünen tanımların, "gereksiz" sayılan küçük detayların amacı, sadece ezber değildir. Onlar, birçok şeyle birlikte, yapay zekanın çıktısını sorgulayıp yönetebilme becerisinin temelini oluşturur. Tanımı, kuralı yapay zeka bulur, ama onun ardındaki ahlakı, titizliği, fikri dürüstlüğü, doğruluğu ve uygunluğu sadece insan değerlendirebilir.
İletişim ve teknoloji felsefesi deyince akla gelen Herold Innis’in de dediği gibi teknoloji bizi bir yandan özgürleştirir ve genişletir ama diğer yandan da teknoloji tekellerinin tutsağı haline getirir.
Hesap makinesi var diye çarpım tablosunu ezberlemeye gerek duymayanlar, onun ötesine nasıl geçebilir?
Ancak maalesef, çarpım tablosunun ezberlenmemesi gibi, öğrencilerin kalemle yazdıkları yazılar da okunur ve anlaşılır olma niteliğini giderek kaybediyor. Sınav kağıtlarındaki metinler giderek azalıyor, yazılar giderek daha fazla oranda okunmaz hale geliyor.
Sonuç: Belki de giderek köreliyoruz; aydınlanmıyoruz.
Başımızı kaldırıp güneşe bakmak yerine, sadece ekrandan yansıyan ışıkla yetinmek durumunda kalıyoruz.
KAVALCIYI SUÇLAYARAK DA OLMAZ
Masalda köylülerin hatası, Kavalcı’ya verdikleri sözü tutmamaktı. Onu ciddiye almadılar ve sonuçta bedelini çocuklar ödedi.
Bugün de meseleyi yalnızca Kavalcı’yı suçlayarak, “sosyal medya çok kötü ya da zararlı” diyerek çözemeyeceğimiz ortada. Artık hayatımızın her alanında iletişim teknolojilerini, sosyal medya uygulamalarını ya da yapay zekâ araçlarını kullanıyoruz.
O halde “köylüler” olarak durup biraz da kendi sorumluluğumuzu düşünmemiz gerekiyor:
- Sadece çocuğun eline telefonu verip “oyalansın” demek kolay; ama sonrasında ne izlediğini, ne kadar izlediğini takip etmek "emek" istiyor.
- Sınıfta sadece “telefonları kapatın” demek yetmiyor; aynı zamanda "dijital dünyayı doğru kullanma becerisi" kazandırmak gerekiyor.
- Dijital okuryazarlık, medya okuryazarlığı ve çocukları koruyan düzenlemelerin vakit kaybetmeden hayata geçirilmesi gerekiyor.
- Öğrencilerimizin dikkatini daha fazla derse çekecek ve derste tutacak yöntemler geliştirmemiz ve uygulamamız gerekiyor. Mesela bunun için derste kulaktan kulağa, sessiz sinema oynatmak, ekipler halinde sorulara yanıtlar vermelerini sağlamak, ekipleri yarıştırmak, yaratıcı drama etkinlikleri düzenlemek daha fazla ilgi çekiyor.
MESELE YASAK DEĞİL, YÖNETİM
"Fareli Köyün Kavalcısı" masalı, kökeni Orta Çağ'a (13. yüzyıl) dayanan eski bir Alman efsanesi. Masalın geçtiği yer, Almanya'nın Hamelin (Hamel) kasabası.
Bugün sene 2025… Kavalcıyı suçlamak, kavalı susturmak eskisi kadar mümkün görünmüyor. Çünkü kavalın sesi artık her yerde. Bu saatten sonra önemli olan, onun sesini ne zaman dinleyeceğimizi, ne kadar dinleyeceğimizi ve hangi melodilerin peşine düşeceğimizi seçebilmek. Sadece tüketen değil, üreten olmak, dijital hipnozun farkına varmak, zamanı kendimiz için daha iyi yönetmek, "dijital oruç" zamanlarını belirlemek, sosyal medyada nicelikten çok niteliğe önem vermek ve “bana ne kattı” diye sorabilmek gerekiyor.
Soran, sorgulayan, fikir üreten, analiz eden, bir senteze varmaya çalışan bireylere artık daha çok ihtiyacımız var.
Yoksa hepimiz ayrı bir kavalcının melodisinde kaybolup gideceğiz. Ne hazin!
Prof. Dr. Erkan YÜKSEL
**
20.11.2025 tarihinde şurada yayınlanmıştır:
https://www.akademikakil.com/fareli-koyun-dijital-dunyanin-kavalcisi-kim/erkanyuksel/
