Erdemli, Olgun, İdeal İnsan Kimdir?

 



ASLINDA bu soru, insanlık tarihi kadar eski bir sorudur: “Bir insan olarak en yüksek mertebe nedir?”

Oraya ulaştığı düşünülen kişiler için bugüne kadar pek çok isim verilmiştir: Ermiş, bilge, olgun, erdemli, tekamülünü tamamlamış kişi ve daha fazlası…

En önemli ortak nokta ise şudur: İnsanın kendini aşması…

Yalnızca kendi çıkarını gözeten, işine geldiği gibi davranan, başkalarıyla empati kurmayan, anlık ve günlük hazların peşinden koşan, önüne, arkasına ve çevresine bakmayan, geçmişi ve geleceği düşünmeyen bir varlık olmaktan öteye geçebilmesi…

Bütün dinler de bu kişiyi tarif eder. Güzel ahlak sahibi olmak, hoşgörülü ve affedici olmak, sabırlı, merhametli ve adaletli olmak, doğruluktan yana durmak, kul hakkı yememek, haksızlıklara karşı hakkı savunmak, yetime, yoksula, mazluma sahip çıkmak, öfke anında bile ölçülü davranmak ve insanı sadece insan olduğu için sevmek başlıca niteliklerdir.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sözleri ve tavsiyeleri de bunları öğütler. Çünkü der ki: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”

“Peki, neden böyle bir insan olmalıyız? Neden böyle bir ideali tanımlamalıyız?”

Çünkü böyle bir insan olma yolunda ilerlediğimizde öncelikle kendi iç huzurumuzu buluruz. Düşüncelerimiz berraklaşır ve hayatımız bir rotaya kavuşur.

Duygularımızı yönetebilir, öfkemizin esiri olmaz, kaygılarımızla kapana kısılmayız.

Davranışlarımız değerlerimizle yön bulduğu için pişmanlık yerine tatmini yaşarız.

İlişkilerimizde sevgiyi, saygıyı ve güveni inşa ettiğimiz için yalnızlık yerine dostluklarla çevreleniriz.

Daha sıcak, samimi, adil, huzurlu, şiddetsiz, mutlu ve güçlü bir toplum inşa ederiz. Böylece daha barışçıl bir dünyaya kavuşuruz.

Belki ideal insanı biraz daha tarif ettiğimizde durum daha da netleşebilir…

İdeal insan düşüncelerinde derinlik sahibidir. Düşünceleri sorgulayabilen, eleştirel bakabilen biridir. Olayları sadece görünen yüzüyle değil, neden-sonuç ilişkileriyle değerlendirir. Sürekli öğrenir, araştırır ve kendini geliştirir.

İdeal insan içinde bulunduğu şartlara, dış koşullara, olup bitenlere ya da “kötü talihe” teslim olmaz. Birilerini ya da bir şeyleri suçlamak yerine kendi seçimlerine odaklanır. Yüksek farkındalık ve bilinçle, her durumdan bir ders çıkarır, çözüm ve sonuç arar. Sabit fikirli değil, esnektir. Çünkü bilir ki “kader, gayrete aşıktır” ve “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir”.

İdeal insan yalnızca başarıya değil, erdemlere dayanır. Sadece bireysel değil, toplumsal yararı gözetir. Bilir ki, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.”

Düşüncelerinde başkalarının haklarını, ihtiyaçlarını ve duygularını hesaba katar. “Onun yerinde ben olsaydım nasıl düşünürdüm?” sorusunu aklında hiç çıkarmaz.

İdeal insanın hayalleri vardır. Onları gerçekleştirmek için azimle çalışır.

Düşünceleri evrensel değerlere yaslanır. Örneğin der ki, “Yurtta sulh, cihanda sulh.”

İdeal insan duygularının farkındadır ve duyguları tanır, yönetir ve dönüştürür. Öfkesini, sevgisini, korkusunu, kıskançlığını inkâr etmez; onları bastırmaz ama esiri de olmaz.

Haksızlığı dile getirir ama incitmeden. Sevinçlerini gösterişe dönüştürmez, hüznünü karamsarlığa saplamaz. Bilir ki, “Güçlü olan, güreşte başkasını yenen değil; öfke anında kendini kontrol edendir.”

İdeal insanın duygu dünyasının merkezinde merhamet vardır. Merhamet, sadece acıyan bir bakış değil; aktif olarak yardım etme, destek olma iradesidir. “Sevgi bir ilaçtır; eksildiğinde sorun çıkar, çoğaldığında şifa olur.”

Empati onun en güçlü aracıdır. Başkasının acısını da sevincini de yüreğinde hissedebilir. “Yaratılanı sever, Yaradan’dan ötürü…”

Peygamber efendimiz de şöyle söyler: “Sizden biriniz, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek iman etmiş olmaz.”

İdeal insanın duygusal yapısında şükür ve tevazu vardır. Başarıyı kibirle değil, minnetle karşılar. Zorlukları da isyanla değil, sabır ve şükranla taşır. Bu hem ruh sağlığını hem de ilişkilerini sağlam kılar.

Korkularını bastırmak yerine onlarla yüzleşir. Edison’un “başarısız olmadım, işe yaramayan binlerce yolu buldum” yaklaşımı gibi, cesaret ve umudu duygusal yapısının ayrılmaz parçalarıdır. Umut, ideal insanın karanlıkta bile yol alabilmesini sağlar.

Kin tutmaz. Affetmek onun için zayıflık değil, özgürleşmenin yoludur. Mandela’nın hapisten çıktığında “Eğer onları affetmezsem, hâlâ hapiste olurum” demesi bu duygusal olgunluğun somut örneğidir.

Dolayısıyla ideal insanın duygu yapısı; farkındalık, denge, merhamet, empati, umut, şükran, cesaret ve affedicilik üzerine kuruludur. O, duygularını bastırmaz ama onların kölesi de olmaz. Duygularını bir denge terazisinde tutar, başkalarına zarar vermeyen, aksine toplumu iyileştiren bir duygusal iklim yaratır.

Düşünce ve duygunun ete kemiğe bürünmüş hâli davranıştır. İdeal insanın davranışlarında tutarlılık, doğruluk, adalet, hakkaniyet, güven ve nezaket belirgindir.

İdeal insanın davranışlarının temelinde tutarlılık vardır. Söylediği ile yaptığı birbirine uyar. Bugün söylediğini yarın inkâr etmez. Güvenilir olmak, onun için bir meziyet değil, karakterin doğal sonucudur.

Adalet onun vazgeçilmezidir. Birini kayırmaz, haksızlığa sessiz kalmaz. Güçlünün değil, haklının yanında durur. Bu sadece mahkemelerde değil, aile içinde, iş yerinde, arkadaş ilişkilerinde bile böyledir.

İdeal insanın davranışlarında cesaret vardır. Haksızlık karşısında susmaz, gerçeği savunur. Ama bu cesaret ölçüsüz bir saldırganlığa dönüşmez. Cesaretini bilgelikle harmanlar.

Davranışlarında kibarlık, saygı ve nezaket hâkimdir. Nezaket, gösteriş için değil, yaşam biçimi olarak içselleşmiştir. Sert bir gerçeği bile kırmadan söyleyebilir.

Kibir, davranışlarını zehirlemez. Başarı kazandığında övünmez, teşekkür alırsa şımarmaz.

Sorumluluk almaktan kaçmaz. Söz verdi mi yerine getirir. İşini sahiplenir, görevini zamanında yapar. Çalışkanlık onun için sadece kendi geleceğini güvence altına almak değil, topluma katkı sağlamaktır. Çünkü bilir ki, “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır.”

Zorluklar karşısında paniklemez, vazgeçmez.

Böyle bir kişi kendine yapılan iyiliği unutmaz, dostluğu yarı yolda bırakmaz, vefalıdır.

Komşusuna selam verir, yaşlıya yardım eder, çevreyi temiz tutar.

Davranışlarının merkezinde paylaşma vardır. Elindekini paylaşır; bilgisini, zamanını, sevgisini, ekmeğini… Cömertliği sadece mal varlığıyla değil, emeği ve ilgisiyle de gösterir. Çünkü bilir ki paylaşmak, bereketi artırır.

Burada bir ayrımı da netleştirmek gerekir.

Başarılı insanla erdemli insan aynı şey değildir. Başarı çoğu zaman dış ölçütlerle — para, makam, şöhret, güç — tanımlanır. Ama erdemli insan; iç huzuru, adaleti ve vicdanı esas alır.

Kahramanlıkla erdemi de karıştırmamalıyız. Kahraman, tek bir anda olağanüstü bir cesaret gösterebilir; ama erdemli insan, hayatının bütününde, sıradan anlarında bile tutarlılığı ve ahlakı ile örnek olur. Kahramanlık olağanüstü bir eylemdir; erdemli olmak, sürekli bir yaşam biçimidir.

Kısacası başarıya ya da kahramanlığa hayran kalabiliriz; ama toplumun asıl ihtiyacı erdemli insandır.

Bu soruya Zümrüd-ü Anka kuşunun hikâyesi ile yanıt vereyim…

Kuşlar ormanında uzun zamandır ortalıkta görünmeyen Zümrüd-ü Anka’yı aramak için bütün gökyüzüne kanat açar. Yol boyunca yedi ayrı vadiden geçerler: Arzu, aşk, bilgi, şöhret, birlik, şaşkınlık ve hiçlik… Kuşların çoğu ayrı bir vadide oyalanır, aramaktan vazgeçer ve sürüden ayrılır. Kaf Dağı’na ulaştıklarında bir de bakarlar yalnızca birkaç kuş kalmış. O zaman anlarlar, Zümrüd-ü Anka aslında kendilerinin yansımasıdır.

Acaba sürüden ayrılan diğer kuşlar yanlış mı yapmıştır? Zümrüd-ü Anka olmamak bir suç mudur?

Elbette hayır! Onların yolculuğu orada kalmıştır. İdeal insan olma çabası bir mecburiyet değil, bir davettir. Kimi yolun başında kalır, kimi ortasında takılır, kimi sona ulaşır. Önemli olan herkesin kendi yolunu fark etmesi, kendi tekamülünde bir adım atabilmesidir.

Kızım Sana Söylüyorum Okurum Sen Anla kitabımı yukarıda özetlemeye çalıştığım ideal insanı, erdemli insanı tarif ederek bitirmiştim. Kitapta Atatürk’ten Edison’a, Mevlâna’dan Yunus Emre’ye ve oradan Eskişehirli Sümeyye Boyacı’nın azmine ve başarısına vurguda bulunmuştum.

Erdemli insan deyince aklımıza elbette başka isimler de gelir: Anadolu’nun bilgeleri Hacı Bayram VeliHacı Bektaş-ı VeliAhi EvranNasreddin Hoca… Dünya tarihinden belki de çok tanımadığımız isimler: GandhiMandelaMartin Luther King

Hepsinin ortak noktası, kendi ömürlerini aşan miras bırakmaları…

Belki zorlandığımız, sıkıştığımız, ne yapacağımızı bilemediğimiz durumlarda kendi kendimize şunu sorabiliriz:

“İdeal bir insan, erdemli bir insan, olgun bir insan bu durumda ne yapardı?”

Yukarıdaki örnek isimlerden yararlanacak olursak belki soruyu şöyle de sorabiliriz:
“Bu durumda …(sizin idealiniz olan kişi)… olsaydı, ne yapardı?”

Bu sorular bize hayatı kolaylaştırıcı birer rehber olabilir.

Sonuçta “ideal insan” bir varış noktası değil, bitmeyen bir yolculuktur.

Kızım Sana Söylüyorum kitabında anlattığım gibi, tekâmül yolculuğunun asıl sorusu şudur:
“Bugün dünden daha erdemli miyim?”

Eğer cevabımız "evet"se, yolun üzerindesiniz demektir.

Ne mutlu yolun ve yolculuğun farkında olanlara…


Prof. Dr. Erkan Yüksel

**

19 Eylül 2025 tarihinde şurada yayınlanmıştır:

https://www.akademikakil.com/erdemli-olgun-ideal-insan-kimdir/erkanyuksel/